16 Ocak 2010 Cumartesi

EGOİZM’İN VE ALTRUİZM’İN YANLIŞLARI VE AHLAK PRENSİPLERİN TEMELİ




“FALLACIES OF EGOISM AND ALTRUISM, AND
THE FUNDAMENTAL PRINCIPLE OF MORALITY”

________________________________________
Doğanın varlığı Doğanın yasası tarafından yönetilir ve herkesi kapsar: Ve bu yasa, Mantık, ona danışacak olan bütün insanlığa hayatı boyunca bir başkasının hayatına sağlığına özgürlüğüne ya da metaına zarar vermemeyi öğretir.

John Locke, Ikinci Sivil hükümet Tezi, §6

Etik metalar insanlarla ilişki halinde olan metalardır, insanlar için olan metalardır. Birden fazla insan vardır fakat genellikle ben ve diğerleri olarak ayrılır. Etik metalarda bu nedenle kişi için olan metalar ve başkaları için olan metalar olarak ikiye ayrılır. Bütün etik metalar kişinin kendisi tarafından tanımlanır (kişi neleri sevdiğini, istediğini bilir) fakat ahlaka ilişkin metalarda herkez için aynıdır. Kişinin kendi için olan metaları arayışı çıkardır ve genel olarak ahlaki bir görev değil sadece kişinin kendi çıkarlarını gözetmekte gösterdiği basirettir. Thomas Jefferson 1814 te yazdığı bir mektupta bunu şöyle açıklamıştır:

Fakat ben başkalarıyla olan ilişkilerimizin ahlakın sınırlarını çizdiğini varsayıyorum. Kendimize hiçbir görev borçlu olamayız çünkü bir sorumluluk iki ayrı varlık arasında olur. Kendine duyulan sevgi bu nedenle ahlakın bir parçası değildir. Hatta tamamen karşıtıdır. Ahlak ve erdemin baş düşmanı, başkalarına olan ahlaki görevlerimizi aksattık kişisel kazanımlara yönelmeyi sağlayan unsurdur.

Ahlaki olmayan metalar önemli etik varlıklardan ziyade kişinin etik davranmasını destekleyen metalardır. Polyomic değer teoreminde de açıklanmıştır. Etik ve Etik olmayan metalar, kişi için olan ve diğerleri için olan metalar hakkındaki karışıklık aşağıdaki mantık hatalarını yaratır:

Egoismin mantık yanlışları: 1) egoist ahlak , kişinin kendi çıkarlarını kollamasının ahlaki bir görev olduğu duygusu (Ayn Rand benzer bir düşünce yapısına sahiptir, ve çoğu önceki nesil ahlakçılar, Kant dahil, “kişinin kendine görevleri” kategorisi oluşturmuştur). 2) Egoist [ahlaki] estetik Kişinin kendi çıkarlarını aramasını engelleyecek hiçbir ahlaki görev olmadığı duygusu (Nietzche ye benzer fakat Rand ‘a değil). Egoist estetik başkalarına karşı olan ahlaki görevleri yok eder ve geriye sadece “aydınlanmış” kişisel çıkar kalır. Ahlaki olmayan bir egoist estetik bir mantık hatası değildir, sadece kişisel çıkarlarında değeri olduğunu belirtir. Egoist ahlak ve egoist estetik birleşebilir, ve sonuç ne pahasına olursa olsun kişisel çıkarlarını gözetme görevidir.

Ahlaki görev başkaları için olan metalar, kişisel metalarla çakışsa da çakışmasa da, söz konusu olduğunda ortaya çıkar. Ahlaki görev başkalarının özerkliğine saygı duymaktır, ki bu başkalarının kendilerinin çıkarına olan masum ve haklı arzularına özgürce izin vermektir.

 “Özgürce izin vermek” ne hile nede güç kullanarak kişinin çıkarlarından vazgeçmesini sağlamamaktır.
 “Masum” bahsi geçen başkasının isteyerek yada istemeyerek bir yanlış işlemesi yada bir yanlışa dolaylı yoldan katılmamasıdır. Aksi durumda kişi özerklik haklarını yada kişisel çıkarlarını (yanlışla orantılı meta kaybı) yanlışı düzeltmek ve adalet sağlamak amacıyla kaybedebilir.

 “Haklı” olmak zihnini mantıksal çözümler bulmak ve kendi çıkarlarını gözetebilmektir. Haksız olarak sınıflandırabilecek insanlar haklarını kaybetmezler ama özerkliklerini kaybederler ve onlar adına onlar için daha iyi düşünebilecek biri tarafından güdülürler.

 "Kendilerinin çıkarı" aşağıda belirtildiği gibi kişinin sahiplenebilme kullanmaya veya takas etme hakkı olduğu alan/konulardır.

Günümüzde yaygın olarak insanların nerede olursa olsun hakları olduğu söylenir fakat bu görüş bileşik hakka izin vermez. Bileşik hak insanların birden fazla hakkı aynı anda kullanmasıdır, genelde haklar birbirleriyle zıt düşebileceklerinden ya da birbirlerinden etkilenebileceklerinden bu tür haklar kısıtlanmetaı yada sıralanmetaıdır. Sadece bütün haklar kurallarla korunmaz ise bu kısıtlayıcı kurallar ahlaki ve kısıtlanamaz olabilirler.

Ahlaki görevin bu yorumlaması işleyiş olarak Immanuel Kant’ın “başkalarını her zaman amaç ama asla araç olarak görme” ahlaki yasasına benzer. Başkalarıyla etkileşim insanların kendi çıkarları (ya da bir başka çıkar) için olduğundan kişi farkında olmadan masumca başkalarını kullanabilir ama asıl soru başkalarına nasıl “amaç” olarak davranılacağıdır. Bir “amaç” ulaşıldığında iradeleri bu amaca yönelmeyi bırakır, ve daha fazlası kazanılmaz. Bu demektir ki “amaç” kendi başına iyi, yeterli olmetaıdır. Başkalarını kendi başlarına Meta olarak değerlendirebilsek te genelde onları başka amaçlar için kullanırız ve bunun haklı çıkabilmesinin tek yolu başkalarının bizim için kullanılmetaarının gönüllü olmasıdır. Böylece Kant’ın yorumlaması insanlara özerkliklerini tamamen verir ve bize yardım edip etmeme seçimi onlarındır, eğer istemezlerse onları kendi amaçlarımız için bir araç yapamayız. Bu görüş yukarda verilen ahlaki görevi tamamlamaktadır, birinde insanları kendi amaçlarına ulaşmetaarı için yalnız bırakırken Kant’ın yorumlamasına göre onları bizim amaçlarımızı gerçekleştirmeye zorlamayız.

Fakat dikkat edilmelidir ki bu yorumlama Kant’ın kendi ahlaki görev görüşüyle uyuşmamaktadır. Kant aslen kuralı “Öyle hareket et ki insanlık hep insanlığın yararına olsun, Kendin yada başkası fark etmez ve asla araç değil her zaman amaç olarak” [Foundations of the Metaphysics of Morals, Lew White Beck translation, Library of the Liberal Arts, 1959, p.47]. Buradan çıkan sonuç ise kişi kendini de hem amaç, hem araç olarak görmelidir. Tabi ki kişinin kendi iradesini ihlal etmesi mümkün değildir, bu yüzden Kant özerklikten daha başka amaç olabilen bir “ben”i tanımına katmıştı. Burada Kant’ın tanımını muğlaklaşır ve yıllar boyu bir sürü yorumlamaya maruz kalmıştır ( Schopenhauer tarafından yazılan “reddediliş” dahil) , ve kişinin kendine olan, var olmayan görevleri söz konusu oldukça yorumlanmaya devam edecektir. Bence Kant’ın ahlak yasasının orası gerçek bir kayıp yaşanmadan kesilip atılabilir, ve yapılmetaıdır da. Başkalarının özerkliklerine saygı duymak daha basit ve açıklayıcıdır, aynı zamanda kendini ve başkasını aynı anda hem amaç hem araç olarak görmekten daha mantıklıdır. [not]

Leonard Nelson’ın görüşleri buradaki etik çalışmada önemli olsa da ideal etik ve ahlak teorileri ile Kant’ın ilk ahlak versiyonuna çok yaklaşmış (Öyle hareket etki kişinin eylemleri objektif bir bakış açısından kendisi ile çelişmesin) ve ahlaki yasanın ahlaki bir modelini oluşturmuştur. Kendisi de bunu Kişilerin nümerik kararlılığının soyutlanması prensibi adını vermiştir[System of Ethics, Yale, 1956, p. 113] ve demiştir ki:

Kişinin hareketlerinden etkilenen bütün menfaatler tek bir kişinin ise, bizim hareketlerimizden etkilenen insanların menfaatleri de kişinin menfaatleri olur ve kişi her zaman çoğunluğun menfaatlerini (kendisininkiler dahil) önde tutar. [ibid. p. 114]

Bu görüş Nelson’ın teorisini teolojik kılar çünkü doğru eylem bir seçimin etkilediği kitlenin çoğunluğuna yarayan eylemdir gerçi gerçekten etkilenen menfaatler söz konusu olduğunda her zaman en doğru yolun seçilmesini söyleyen teolojik teoriler kadar absürt değildir. Nelson’ın teorisi nasıl olursa olsun Ahlaki’dir çünkü hem her eylem çoğunluğun hesaplanması gereken ahlaki bir sorun olur hemde başkalarının ahlaki olmayan menfaatlerini ahlaki konulara çekebilir, çoğunluğun menfaati her zaman ahlaki değildir. Ayrıca çoğunluğun menfaati kesin değildir çünkü kişilerinde değer verdiği ahlaki ya da değil bütün metalar kişiye göre değişmektedir ve bu yüzden eylemlere ve metalara kesin değerler biçilemez. Sadece ahlaki bir konuyu ilgilendiren durumlarda çoğunluğun menfaati kesin ve net olabilir ve diğer konuların önüne konulabilir, böyle bir durum her zaman masumlara olan saygı, özgür irade ve kişinin kendi çıkarlarıyla ilgili olacaktır.

Ne yazıktır ki Nelson ahlaki yasanın içeriğinde hata yapmıştır fakat bu bize içeriği sağlam ve zengin bir teoride bile hata yapılabileceğini gösterir. Benzer sorunlar Nelson’ın Sokratik Metodun (Socratic Method) da ve Çıkarımsal Olmayan Hazır Bilgi (non-intuitive immediate knowledge) hakkındaki görüşlerinde de bulunmaktadır.

Teleolojik ve ontolojik etik teoriklerinin uzlaşımı sadece bazı amaçların ulaşılmadığını , zaten sahip olunup saygı gösterilmesi gerektiğini kabul edersek mümkündür. Bu insanları kendi içlerinde bir amaç olarak görerek olur. İnsanları bir amaç için kullanılan bir araç olarak gören faydacıl ya da başka bir teleolojik görüş insanların bir amaç olduğunu görmezden gelir. İnsanların kişisel haklarının teleolojik etik için uygun bir amaç olduğu söylenebilir. Kişi sadece bunların “uygun” amaçlar değil kesin ve ahlaki davranışı sınırlayan amaçlar olduğunu kabul etmelidir. Kişileri amaç olarak görmek kat edilmesi gereken bir yol değil ahlaki düzenin sınırlarını çizen karakteristiklerindendir ve bu yüzden ahlaki deontolojik bir bakış açısından görmek teleolojik bir bakış açısına göre daha belirgin ve açıklayıcıdır. Fakat şu an bu iki bakış açısı birbirlerine çevrilip uygun hale getirilebilir ve ahlaki değil çıkarcı teleolojik teoriler kişinin ahlaki değerini soyutlamadan kendi içinde bir amaç ve meta olarak tanımlayabilir.

Kişinin kendi için olan metalar kişinin çıkarı mülkü ya da kontrattır. Bunlar haklar olarak tanımlanır. ”Kişinin çıkarı” kendi vücudunu, emeğini ve kişisel başka değerlerinin (Ün, sivil haklar vb) kontrolü ve sahiplenmesidir. “Mülk” kişinin sahip olduğu ve kontrol edebildiği ayrılabilir veya ayrılamaz, ayırt edilebilen ya da edilemeyen hak ve hukuk tarafından kabul edilmiş ve genellik tek sahibi olan ve sahiplerine sahip olma kullanma yada takas etme hakkı veren varlıklardır. Kişinin çıkar ve mülk hakları kişiye görevler yükler ve bu varlıkların başkalarının haklarına tecavüz edilmesinde kullanılmasını önler. “Kontrat” kişinin çıkarlarını ve sahip olduğu mülkleri yöneten veya değiştiren verilmiş sözler ve yapılmış anlaşmetaardır ve böylece metaa ve kişiye duyulan saygı kontrata duyulan saygıya da dönüşür

Kişi ve Mülk çıkarları genel olarak kullanım yanlışını yasaklar, başkalarına yada metalarına yönelik saldırgan davranışlar kesin olarak yasaktır. Ahlaki görev aynı zamanda ihmetakarlığı da yasaklar ve kullanım görevleri ortaya koyar, kullanım görevleri kontrat tarafından sağlanan başkalarına karşı ,yada bir yaşamın tehlikede olduğu durumlarda olan pozitif hareketlerdir. İhmeta ve hareket sorumluluğu arasındaki fark eskidir, Thomas Jefferson’ın 1813’ te John Adams a Rabbinical yasa hakkındaki mektubunda söyle açıklanır:

Musanın yasasından 613 emir çıkarılmıştır. Bu emirler ikiye ayrılır: 248 doğrulayıcı ve 365 negatif emir.

İhmetakarlık görevleri (negatif) toplamın %60’ ını oluşturmaktadır. Bu onların daha basit ve düz doğasına bağlanabilir, 10 emir gibi çoğu “---- Yapmayacaksın” ile biter (İbranice Lô'). Kullanım görevleri karşıdaki kişinin zihinsel yada bedensel olarak kendine yardım edememekte olmasını gerektirir. Başkaları için olan metalara olan arayışa alturism denir.

Alturism de mantık yanlışları, yada alturistik ahlak (yada ahlaki alturizm) , kişide genel olarak mevcut olan görev duygusu , her zaman başkalarının çıkarına hareket etmeyi öngören ahlaktır. Fakat “alturistik estetik” bir mantık hatası değildir. Bu sadece kişi başkalarının çıkarına için özgürce çalışabilir demektir ta ki kişi başkalarının özerkliklere ve özgür iradelerine karşı gelene kadar. Egoistik ve alturistik estetik arasındaki bu asimetri ahlakın kişinin kendi çıkarını takip etmesini kısıtlaması ve başkalarının çıkarlarını takip etmesini salık vermesinden kaynaklanır. Estetik bakış açısından ahlaki sınırların kaldırılması kişiyi kendi çıkarına hareket etmeye teşvik eder ve bu yanlışlara yol açabilir fakat başkaları için hareket etmeye teşvik etmek çünkü onlar zaten yanlışlardan korunmuştur.

Alturistik ahlak genellikle cezp edicidir, çünkü kontrat dışı görevlerin tanımı karmaşıktır. Böyle bir görev sadece aşağıdaki durumlarda geçerlidir:

 Diğer kişi kendine yardım edememektedir.
 Diğer kişi ciddi ve geri dönülemez zarara uğramak üzeredir.
 Hazır bulunan kontrat olarak daha yetkin (doktor ebeveyn polis vb) yada daha iyi yardım edebilecek biri bulunmamaktadır.
 Kişi kendini veya yükümlülük duyduğu kontratları tehlikeye atmadan başkasına gelebilecek zararı önleyebilecek durumdadır. [Aşağıda Basitleştirilecektir]

Bu durumlar dışında kendisi yükümlü olmadığı halde kendilerini tehlikeye atma pahasına harekete geçenler supererogation (derogation??) ile hareket eder. Ahlaki görevin gereksinimlerinin ötesinde bir hareket alturistik ahlak tarafından reddedilmiştir. Kontrat dışı yapılan bu görevler karşıdakinin yetersizliğini, fiziksel engelliliğini belirtir ve alturistik ahlak paternalizmle (kişinin başkasının yararına olan aksiyomu başkasından iyi bilmesi ve onun adına harekete geçebilmesi) çelişmektedir. Bu bütün alturistik teoriler için ortak bir sorundur çünkü sorumlu bir başkası kişilerin kararlarını yetersiz ve güçsüz bulabilir ve onlar adına harekete geçebilir.


Kontratın çıkarları yetkili kişilerce karşılıklı olarak anlaşılmış, masum (yanlış yapmaya yönelik bir anlaşma değil) , bilgilendirilmiş (hile ve yalan olmadan) , özgür (zorlama ve tehdit olmadan) ve kasıtlı (sorumlulukları kabul etme niyetiyle yapılmış) sorumluluklardır. Çoğu belirgin kontratlar bu türdendir fakat bazen yetkili olmayan kişiler adına onların çıkarlarına zarar vermeden zımni kontratlar yapılacaktır, mesela ebeveynler ve çocukları, çocuklarının çıkarları ebeveynler için birincil derecede önemlidir (prima facie) . Çocuklar doğmak ya da doğmamak gibi bir seçim yapamayacağından ebeveynler çocukları adına “hayatın iyi ve güzel olduğunu ve var olmakla çocuklarının çıkar sağlayacağı” seçimini yaparlar. Devlet ve otorite de böyle bir zımni kontrat yapabilir, bu vatandaşlar yetkin değildir demek değildir (çocukların/bebeklerin aksine) fakat devletin haklı yetkisi herkes için ve herkese karşı kişilik, meta ve kontrat haklarını korumak ve ihmeta şiddet ve hileyi cezalandırmaktır. Bu zımni bir kontrattır çünkü bütün vatandaşlar bu kontratı kabul etmiş sayılır daha sonra bu kontratı bozup cezalandırılacak olsa bile. Bu zımni anlaşma suistimetae açıktır, çünkü devletin haklı yetkisi kendi yetkilerini arttırmak isteyecek dini ve politik kişilerce ahlaki prensipleri korumak kisvesi altında değiştirilmeye çalışılabilir. Bu değişimler sonucunda devletin haklı yetkisi muğlaklaşır ve gittikçe artar, kişilerin haklı özgürleri kısıtlanır.

Çocuklar belli bir süre gerçekten yetersiz ve yardıma muhtaç olduklarından nereye kadar ebeveynlerin çocuklarla ilişkisi kontratsız ve nereden sonra kontratla kazanılmış yükümlülüklere dönüşür: fakat dünyaya çocuk getirmek gibi bir görevimiz yoksa ( ahlaki dinler dışında böyle bir görev yoktur) , o zaman bu aksiyon ya ebeveynlerin çıkarınadır yada supererogatory (ahlaki olarak doğru ama zorunlu değil) ‘dir. İlk durumda ki bu hareket için en mantıklı açıklama budur, ortaya çıkan ilişki açıkça zımni bir kontrattır. İkinci durumda ise kontrat dışı bir görev olsa da ebeveynler çocuklarının her hareketinden sorumlu oldukları için birincil dereceden görevlendirilmektedirler, bu da aslında bir kontrata çok fazla yaklaşmaktadır çünkü yolda ihtiyacı olan birine yardım etmekten çok daha büyük bir sorumluluktur bu tabi aynı zamanda kontratsız bir anlaşmada ebeveynin bir şey kazanmayacağı ön görülür fakat çocuklar ebeveynler için çok değerli kişisel metalardır.

Kontratlara katılma, başkasının çıkarlarına, metaına ve kontratlarına saygı duyma mantıklı varlığın özelliklerindendir. Hayvanlar da bazı ya da hiçbiri bulunmadığından onlar mantıklı varlıklar değildir. Bu hayvanları yetkisiz saymaktan farklıdır, onlar yetkisiz mantıklı varlıklar değil yetkili mantıksız hayvanlardır. Bu yüzden insanlarla aynı kefeye konamazlar. Fakat kişilikleri insandan farklı bir şekilde tanımlanabilir, onlar akıllı varlıklardır (sentient), farkında olabilir ve hissedebilirler. Akıllı varlıklara karşı saygı onlara nedensiz şiddet uygulamama görevi yükler. Bu demektir ki hayvan hakları vardır fakat hayvan hakları insan haklarıyla aynı olamaz çünkü hayvanlar başkalarının haklarına saygı gösteremez bu yüzden bazı haklarını kaybetmelidirler.

Nelson varlıkları “hak sahipleri” ve “görev sahipleri” olarak ayırır. Hayvanların görev sahibi olmasını reddeder (mantıklı varlık değildirler) fakat aynı zamanda hayvanların mantıklı varlıklarla aynı haklara sahip olduğunu kabullenir. Bu olamaz, ayıların aslanların ve köpekbalıklarının etrafta özgürce dolanıp insanları yemesine izin verilmeyeceği gibi (ve bunu tamamen masumca yaparlar) onlar mantıklı varlıklarla aynı bilinç düzeyinde var olmamaktadır. Bilinç birden fazla katmandan oluşmaktadır ve daha yukarı düzeydeki hayvanlar daha çok saygıyı hak eder ve böylece daha çok hak sahibi olurlar. Schopenhauer’ in dediği gibi bir insan sinek ısırığından sineğin insan tarafından öldürülmesinden daha çok acı çeker. Bir sivri sinek akıllı canlılar arasında bile çok aşağılardadır bu yüzden neredeyse (Hindistandaki jain’ler dışında) hiçbir insan tarafından saygı gösterilmeyen bir yaşama sahiptir. İnsanlar doğal olarak hem etçil hem otçul olduklarından vejeteryanlık için içgüdüsel ya da haklı bir zorunluluk yoktur zaten insanlar yüzyıllar boyu giysi ve yemek için özel olarak hayvanları yapay olarak çiftleştirmişlerdir. Hayvanların insanlar tarafından yenmeme hakları olarak bakarsak genel olarak varlıklara duyulan saygı ve sırf varolarak varlıklara ne tür görevlerin yüklenmesi gerektiği sorgulanmetaıdır.

Söz konusu obje mantıklı yada akıllı olmasa bile onun şerefi bize görevler yükleyebilir (doğaya zarar vermemek). Güzellik, akıllı varlıklar ve mantıklı varlıklar hepsi kendi başlarına bir meta olduklarından bu bize etik ve estetiğin aslında iç içe olduğunu gösterir, kendi başına bir meta olma teorisi. Aynı zamanda bize ahlaki görevin kaynağı hakkında bir ipucu da vermektedir: bazı kendi başına meta olan varlıklar çeşitli ahlaki görevlerle varolurlar. Kendi içinde meta olan varlıklar aynı zamanda bir amaçtırlar ve değişik düzeylerde de olsa hareketlerimizi kısıtlarlar ve değişik düzeylerde saygı görürler. Hayvan hakları örgütü (PeTA, People of ethical treatmet of animetas) hayvanlara insanlarla aynı şekilde muamele edilmesini savunur, ve çevreciler doğanın aynı şekilde muamele edilmesini savunur, insanların doğayı “sömürmesini” yasaklarlar (“ÖNCE DÜNYA!”). Jain’ler dışında hiçbir toplum, jain’ler çiftçi bile olmayı reddederler, böyle bir şey yapmamıştır ve ömür boyu başkalarına muhtaç yaşarlar.not Av üzeri kurulu kültürlerde bile ki bu kültürlerde av tanrı yada ruh olarak saygı görür av eninde sonunda öldürülür. Fakat bunu saygıyla yaparlar (Russell Means in “Son mohikan” filminin başında yaptığı gibi); tabi bu saygıyla öldürme bazı toplumlarda bir paradoks da olsa rituel olarak hayvana işkence etmekte olabilir. Enternasyonel Doğal kürk’te çalışan Montreal li moda tasarımcısı D’arcy Moses kürk karşıtı hayvan hakları göstericilerini tamamen kendi özgeçmişine dayanarak reddeder. Kendisi bir kanada yerlisidir ve kanada yerlilerinin hayatında kürkler büyük bir öneme sahiptir. Eskiden çok revaçta olsa da kürk karşıtlığı günümüzde azalmaya başlamıştır.

Günümüzde karşı çıkış hayvanları öldürmek veya kullanmaya yönelik değil daha çok topluca hayvan üretimi ve işbölümüne karşıdır. Artık hayvanlar büyük çiftliklerde çok büyük sayılarla üretilip öldürülüyorlar ve tüketicinin vermesi gereken bireysel ilgi ortadan kalkıyor. Hayvanlara karşı saygı (öldürürken dahi) özellikle bu toplu üretim ortamında sorgulanmetaıdır. Japonya’da işadamları ve üreticiler hala “shinto kami” (yerel Japon tanrıları) tarafından korunmaktadır hatta çamaşırhanelerde bile küçük bir ibadet yeri bulunmaktadır ve bu eski adetlerin modern yaşamda hala varlıklarını koruyabileceklerini gösterir. Fakat birleşik devletlerde bu istenmeyen bir şeydir: Din bilinçli olarak iş hayatından çıkarılmıştır belli bir dine taraf olan bir çalışma ortamı dini açıdan ayrımcılık olarak tanımlanmaktadır (sivil hak ihlali). Belli bir süre zarfında bu çakışan düşünceler çözümlenmek durumda kalınacaktır: eğer hayvanlar ve doğa için saygı isteniyorsa geleneksel ritueller ve adetler de korunmak durumundadır. Kişi ayrıca büyük ihtimetale çok tanrılı Shinto gibi dinleri tek tanrılı İslam ve Hristiyanlık gibi dinlere tercih edecektir çünkü bu dinler doğanın ve yaşamın değerini tanrıyla kıyaslayıp azaltmaktadırlar.

15 Ocak 2010 Cuma

INTERNATIONAL PROJECT IN MANTOVA - ITALY



Youngsters of 4 different countries; Italy, France, Spain and Turkey, have met from the 2nd to the 9th of February in San Lorenzo di Curtatone (Mantova) around the theme of youth participation and inclusion in social life.

They've discussed about the possible ways for multiplying activities and projects on this issue and increasing their quality.

The title of this exchange: BLACK ON WHITE, refers to the two different topics the exchange focused on: the first was inclusion of diversity, and the second is the final product: a multilingual newspaper where they wrote their considerations and indications, so that they are not forgotten but become the fist input to give birth to a concrete and visible participation at their return.